Tarım Emperyalist Batı Uğruna Nasıl Feda Edildi?(1)
Küresel kapitalizm, hükümetlerimizi iğfal ederek güçlü tarımımızı adeta kuşa çevirdiler. Peki, nasıl yaptılar bunu? Önce Türk tarımını yok etme planlarını, “borç para dilencisi” yöneticilerimize kabul ettirdiler.
Atatürk Türkiye’sinin, kendi koşullarımızın eseri olan 80 yıllık tarım politikasını toz duman ettiler. Parayla dize getirdikleri yöneticilerimize bize özgü tarım politikalarını çöpe attırdılar. Bu kişiliksiz yöneticiler kendi yapımıza uygun tarımsal teşkilatlanmayı dağıttılar. Koruma önlemlerinden eser bırakmadılar. Dünya fiyatları yalanıyla Türkiye tarımını ithalata, yabancı ekonomilere bağımlı hale getirdiler. Her şeyi, ancak tarımda kendi kendine yeterli AB ekonomilerinde geçerli doğrudan gelir desteğine (DOGED’e) bağladılar. Peki, ne sonuç verdi DOGED? Konumuz bu soruyu yanıtlamak. Ancak Türkiye’de tarımın başına gelenlerin kısa bir bilançosunu verdikten sonra bu sorunun yanıtını arayacağım. Ardından AB-Türkiye tarım ilişkilerinin, “çifte standartlık” niteliğiyle, nasıl aleyhimize işlediğini sergilemem gerekiyor.- Faydalandığım başlıca kaynaklar şunlar: Bağımsız Sosyal Bilimciler 2006 Yılı Raporu: IMF Gözetiminde On Uzun Yıl 1998-2008, Ank., Haziran 2006, ss.63-69 ve C. Dura, Satıldık Uyanın, İleri Yayınları, İst.,2005, ss.483-496.- I) TARIMIN TRAJEDİSİ: BİR BİLANÇO ABD ve Avrupa Birliği, ne yapıp yapıp başta Ecevit ve Tayyip hükümetleri olmak üzere hükümetlerimize tarımdaki destekleri kaldırttı. Nihaî hedefleri,Türkiye’yi -sanayi ürünlerinin pazarı yapmış olmaları yetmezmiş gibi- tarımsal ürünlerini de satacakları bir pazar haline getirmekti. Bunlar zaten Türkiye’yi istismar söz konusu olunca hemen bir araya gelirler. Bu açık gerçeğe rağmen Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri Batı çıkarlarının bekçisi olan IMF, DB ve DTÖ’nün arkasına körü körüne düşerek tarımımızı son 12 yılda âdeta çökertmiştir.
Bu ihanet Emperyalizmin bir dayatması olan 24 Ocak 1980 kararları ile başladı. 1995 Gümrük Birliği Antlaşması ile devam etti. Araç olarak Gümrük Birliği Antlaşması ile IMF’nin istikrar programları, Dünya Bankası’nın yapısal reform programları, Dünya Ticaret Örgütü’nün antlaşma hükümleri kullanıldı. Sürecin ekseninde ise liberal politikalar ve özelleştirmeler yer aldı.- Türk tarımına yönelik asıl saldırı “Yeniden Yapılandırma Programı” adı altında 5 Nisan 1994 Kararları ile başlatıldı. Program 9 Aralık 1999 tarihli ve daha sonraki niyet mektuplarıyla geliştirilerek uygulandı. Peki kendi hükümetlerimiz IMF ile, diğer “Amerikan” kurumlarıyla işbirliği yaparak tarımımıza neleri reva gördü?
Özetliyorum :
Asırlık tarım politikalarımız, destekleme mekanizmalarımız, kurumlarımız tasfiye edildi. Tarım kooperatiflerimiz dağıtıldı, işlevsizleştirildi. “Dünya fiyatları referans sistemi” dayatmasına boyun eğildi. Oysa bu sistem, Çirkin Batı’nın çıkarlarına göre oluşturuluyordu. 6 Mart 1995 Gümrük Birliği Anlaşması ile, ithalatın önündeki kısıtlamalar iyice azaltıldı. Türk çiftçisi bir geçiş aşaması bile öngörülmeden serbest piyasa ekonomisinin acımasızlığına terk edildi. Böyle olunca da, bir yandan tarımsal üretimimiz ağır darbeler yerken, bir yandan da Türkiye tarımda da Merkez ülkelere bağımlı hale gelmeye başladı; birçok tarım ürününde net ithalatçı ülke konumuna düştü. Her alanda özelleştirme, tasfiye ve işlevsizleştirme mekanizmaları bütün şiddetiyle çalıştırıldı. Kendimize özgü bütün destekleme ve koruma mekanizmaları toptan tasfiye edilirken, sisteme tek bir destek, Çirkin Batı’nın yapılarına göre geliştirilmiş, üretimden soyutlanmış “doğrudan gelir desteği” (DOGED) dahil edildi. Türk çiftçisi bu desteğe mahkûm duruma getirildi. Böylece tarım sektörüne “üretim kültürü” yerine “muhtaçlık kültürü” aşılanıp yerleştirildi. Tarım politikamız artık bütünüyle -dünyada sadece Amerikan çıkarlarının, Derin Merkez’in çıkarlarının bekçiliğini yapan- IMF’nin kontrolüne terk edildi.
II) DOGED UYGULAMASININ SONUÇLARI
Şimdi sıra “Doğrudan Gelir Desteği” (DOGED) uygulamasının sonuçlarında… Kısa bir yanıt vermek gerekirse, bu uygulama başarısız olmuştur. Çünkü açıkça görülmüştür ki DOGED eşitsizliği artırmıştır, Türk tarımının dışa bağımlılığını artırmıştır.
Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın (DB’nın) bizim hükümetlere uygulattığı tarım politikasının önemli gerekçelerinden biri şuydu : 2000 öncesinin tarımsal fiyat, girdi ve kredi destekleri, daha çok orta ve büyük çiftçilere yaradı; tarım sektöründeki eşitsizliklerin artmasına katkıda bulundu. Oysa, altı buçuk yılı bulan istikrar programının ve bunun üç buçuk yılını oluşturan (2003-2006) A.K.P. uygulamalarının ortaya koyduğu gerçek de farklı değildir; şöyle ki söz konusu tarım politikaları, yalnız eşitsizliği daha da artırmakla kalmamış; aynı zamanda Türkiye’nin tarımda dışa bağımlılığının da kaygı verici boyutlara ulaşmasına yol açmıştır.
A) DOGED sistemi eşitsizlikleri artırmıştır; hem tarım ile tarım-dışı sektörler arasında, hattâ bizzat tarım içinde….
IMF ve DB tarım politikalarının merkezinde olan DOGED; mülkiyet esaslı ve dönüme göre sabit oranlı uygulandığından, iddianın aksine en yoksul köylülere daha az ulaşmış veya daha az yarar sağlamıştır.- DOGED ödemelerinin miktarı; ekim alanının yüzölçümüne göre belirlendiğinden, ağıl hayvancılığı ve seracılık cezalandırılmış, dikili tarım (meyvecilik, bağcılık) göreli olarak daha az desteklenmiştir. DOGED üretimle ilişki kurmadığından -eksin ekmesin- tarlası olan herkese bir sosyal destek niteliğini kazanmıştır. Öyle ki bu destekten -belediye başkanları, doktorlar, avukatlar, tüccarlar gibi- çiftçilikle ilgisi olmayan kişiler de yararlanıyor. Üretime yönelik değil. Üreticinin ihtiyaçlarına yanıt vermiyor. Büyük arazi sahiplerinin lehine işliyor.
A.K.P. hükümeti DOGED uygulamasında, artık geri adım atma ihtiyacı duymaktadır[1]. Bir yıldan fazla süredir DOGED’in toplam destekler içindeki payının indirilmesini ve bazı farklılaştırmalar eşliğinde -üretimle kısmen ilişkilendirilerek- uygulanmasını savunma yolunu yeğlemiştir. Bu farklılaştırma ilk bakışta olumlu görünüyor. Ancak onun da -burada değinemeyeceğimiz- sakıncaları var. Devlet Planlama Teşkilatı ve Dünya Bankası raporlarında da Türkiye’de DOGED’in mevcut uygulanma şeklinin başarısızlığı teslim edilmiştir. Başka bir kaynakta ise eşitsizliğin son görünümü şöyle sergileniyor : • “DOGED ödemelerinin yarısı, çiftçilerin yüzde 17’sini oluşturan 100 dekardan daha büyük arazi sahiplerine gitmektedir. Diğer yarısını ise çiftçilerin yüzde 83’ü paylaşmaktadır.
• Arazi varlığı 100 dekarın üzerindeki çiftçilere ortalama 2 milyar 750 milyon TL ödenirken, küçük arazi sahiplerine bunun ancak beşte biri, ortalama 586 bin TL ödenmiştir.
İşte Türk tarımında böylesine açık bir adaletsizlik yaratılmıştır. Söz konusu adaletsizliği gidermek için, DOGED’in 2002-2004 dönemi desteklemeleri içinde ortalama yüzde 78 olan payı, 2005 yılı itibarıyla yüzde 55’ler düzeyine çekilmiştir. 2006’da bu rakam yüzde 45’lere inecektir. Böylece 2000 öncesinin destekleme sistemini “adaletsiz” olduğu gerekçesiyle ortadan kaldıranlar; ABD ve AB’nin itelemesiyle uygulamaya koydukları DOGED sistemini de yine aynı gerekçeyle bitirmeye çalışmaktadırlar. Aslında gerçek niyet başka olabilir, tüm desteklerin sembolik düzeylere geriletilmesi olabilir. Nitekim, DOGED’in toplam içindeki payının azaltılması, çiftçinin DOGED hakkının aşındırılması yoluyla gerçekleştirilmektedir. Oysa, tarımsal ve ulusal çıkarlar konusunda duyarlı olan bir hükümet, eğer iyi niyetli olsaydı farklı bir yol seçerdi; DOGED’in destekleme sistemi içindeki payının azaltılmasını, DOGED dışı desteklerin arttırılması yoluyla da gerçekleştirebilirdi.
B) Dış bağımlılık artmıştır.- ABD ve AB’nin “Korkunç İkizler” (IMF v DB) kanalıyla yaptığı dayatmalar; kendi açımızdan olumsuz, buna karşılık Merkez Ülkeler açısından olumlu sonuçlar doğurmakta gecikmiyor : Tarımsal ithalat serbest bırakılınca, düşük fiyatlı yabancı ürünler iç pazarlarımızı işgal etmeye başladı. Bu şekilde yapılan ithalat, IMF ve Dünya Bankası’nın yüksek faizli kredileriyle finanse ediliyordu. Bunun neticesi ise ülkede tarımsal sermaye birikiminin ve tarımsal üretimin hızla gerilemesi oldu. Ulusal üretim ortadan kalktıkça ya da azaldıkça, Türkiye daha fazla tarımsal ithalat yapmaya, dışa gittikçe daha bağımlı hale gelmeye başladı.- Örnek vereyim: Sözde vizyon sahibi Turgut Özal’ın marifetiyle sigara üretim tekeli kaldırılınca, yabancı sigara tekelleri girdi ülkeye…
Zaten T. Özal’ın asıl amacı da buydu, Merkez’den “talimat” almıştı.Tabiî üzerinden çok geçmeden, birkaç yıl içinde, yabancı şirketlerin iç tüketimdeki payı yüzde 60’lara dayanıverdi. İş bununla da kalmadı, Türkiye tütün ithalatı yapmaya başladı, tabii başta Amerika’dan, Yunanistan’dan…
Dünya Bankası “vatandaş”ı Kemal Derviş’in “Tütün Yasası”, ABD’nin daha da işine yaradı: Devlet artık tütün satın almayacaktı. Sonuç: 500.000 civarında tütün üreticisi aile yani 2.5 milyon nüfus, TEKEL fabrikalarında çalışan 30 bin işçi işsizler ordusuna katıldı!...
Kim kaybetti? Türk tütün ekicisi…
Türkiye kaybetti.
Kim kazandı? Yabancılar kazandı, Amerikan çiftçisi, Yunan çiftçisi kazandı!
Yalnız tütünde mi, daha pek çok üründe de dışa bağımlı hale geldik. Pirinçle başlayan ithalat furyası, neredeyse tüm tarım ürünlerine yayıldı. Hemen bütün temel bitkisel ve hayvansal ürünleri dışardan alıyoruz artık : Mercimek, nohut, mısır, fasulye, buğday, fındık, pamuk, tütün, ayçiçeği, pirinç...
1980’de 80 milyon baş olan hayvan sayımız bugün 40 milyona kadar gerilemiş bulunuyor. Hayvan ihraç eden ülke olmaktan çıkıp -Turgut Özal ve onun takipçisi siyasetçiler sayesinde- hayvan ithal eden ülke konumuna düştük.
Birilerinin aklına “ucuz fiyatlı yabancı ürünleri almak neden yanlış olsun, bu davranış rasyonel olmanın, ekonomi biliminin gereğidir” gibi bir düşünce gelebilir. Böyle düşünen, yazıp çizenler de vardır Türkiye de (örneğin Radikal gazetesinde yazan İsmet Berkan’ın bu yanlış görüşü fanatikçe savunduğu bir makalesini, birkaç yıl önce içim yana yana okuduğumu hatırlıyorum). Böylelerine şu yanıtı veririm: Birincisi, Türkiye gibi bir ülkede “düşük fiyattan tarım ürünü ithalatı” yapılması; kesinlikle “ekonomi” biliminin gereği değildir. Böyle bir davranış Batı’nın kendi çıkarlarına göre oluşturduğu, gerektiğinde de yine kendi çıkarlarına göre değiştirdiği -bizim saf ve tembel “aydın”larımızın da kolayca yuttuğu- asla evrensel olmayan, bizim koşullarımıza asla uymayan “kapitalist ekonomi doktrini”nin bir gereğidir.- İkincisi, Avrupa Birliği kendi kendine yeterli olmak için Ortak Tarım Politikası uygulamasına geçtiği yıllarda, dışardan pekâlâ ucuza tarım ürünü ithal edebilecek durumdaydı. Acaba neden bu yola gitmedi de çiftçisini koruma altına aldı; kendi pahalı maliyetlerine rağmen, şaşırtacak karmaşıklıkta bir “tarımı destekleme mekanizması” kurarak tarımda kendine yeterli olma hedefine yöneldi? Tarımı korumaya alma Avrupa ülkelerinde oluyor da, Türkiye’de neden olmuyor? Ben bu yolu “Türkiye’ye kapayanlar”ın davranışını ancak iki şekilde niteleyebilirim: Ya koyu bir cehalet ya da “halkına ihanet”...
Burada açıktır ki bir “çifte standart” var. Sıra o konuya geldi. Onu da başka bir yazımda işleyeceğim.[1] Doğrudan Gelir Ödemeleri sistemi sona erdiğinde tarım sektöründe meydana gelmesi olası çözülmenin etkileri şu makalede incelenmiştir:
Özgür Bor, “Doğrudan Gelir Desteği Sistemi Sonrasına Bir Bakış”, Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, (9) 2005, ss. 33-51.
13 Temmuz 2007 - Prof. Dr. Cihan DURA